ANA SAYFA

ATATÜRK ALBÜMÜ

FATİH AKYÜZ KİM?

KONULAR

FEN BİLGİSİ

EĞİTİM SİTELERİ

İLGİNÇ

REHBERLİK

FEN DRAMALARI

FEN BULMACALARI

FEN ŞİİRLERİ

SUNULAR

BİLİMSEL ÇALIŞMA

BASINDA FENOKULU

EĞİTİM KİTAPLARI

HABER

OYUN

YENİLER

ŞİİR

ZİYARETÇİ DEFTERİ

İLETİŞİM

EĞİTİM PROGRAMLARI

MATEMATİK

TÜRKÇE

SOSYAL

DİN

İNGİLİZCE

RESİM

MÜZİK

1.SINIF

2.SINIF





EkleÇıkar



Forumda Tartışıyoruz.



Fenbilgini-e-posta

Mail adresiniz:

Kime:

Konu :

Mesaj :


 



 

Şiir

KUYRUKLU ŞİİR

Uyuşamayız, yollarımız ayrı ,
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi ,
Senin yiyeceğin , kalaylı kapta ,
Benimki aslan ağzında ,
Sen aşk rüyası görürsün , ben kemik.
 
Ama seninki de kolay değil , kardeşim ,
Kolay değil hani ,
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü ...
 
Orhan Veli Kanık ( 1914 - 1950 )

İSTANBUL TÜRKÜSÜ

İstanbul'da , Boğaziçi'nde ,
Bir fakir Orhan Veli' yim
Veli' nin oğluyum ,
Tarifsiz kederler içinde ...
 
O Rumelihisarı' na oturmuşum ,
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum ,
 
İstanbulun mermer taşları
Başıma da konuyor , konuyor aman , martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalı' m ,
Senin yüzünden bu halim .
 
İstanbulun orta yeri sinama ,
Garipliğim , mahzunluğum duyurmayın anama ,
El konuşur , sevişirmiş bana ne ?
Sevdalı' m ,
Boynuna vebalim !
 
İstanbul' da , Boğaziçi' ndeyim
Bir fakir Orhan Veli ,
Veli'nin oğlu ,
Tarifsiz kederler içindeyim ...
 

Orhan Veli Kanık ( 1914 - 1950 )

YALNIZLIK ŞİİRİ

Bilmezler yalnız yaşamayanlar ,
Nasıl korku verir sessizlik insana ;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle ;
Nasıl koşar aynalara ,
Bir cana hasret ,
Bilmezler ...
 

Orhan Veli Kanık ( 1914 - 1950 )

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız ,
Mısralarımda ;
Dokunabilir misiniz
Gözyaşlarıma ellerinizle ?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce ...
Bir yer var, biliyorum ;
Her şeyi söylemek mümkün ;
Epeyce yaklaşmışım , duyuyorum ;
Anlatamıyorum ...
 

Orhan Veli Kanık

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şuheda gövdesi , bir baksana dağlar taşlar ...
O , rüku olmasa , dünyada eğilmez başlar ,
 
Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor ;
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor !
 
Ey , bu topraklar için toprağa düşmüş asker !
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer .
 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid' i ...
Bedr' in aslanları ancak bu kadar şanlı idi ...
 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın ?
" Gömelim gel seni tarihe !" desem , sığmazsın .
 
Herc ü merc ettiğin edvara ya yetmez o kitab ...
Seni ancak ebediyyetler eder istiab .
 
" Bu , taşındır " diyerek Kabe' yi diksem başına ;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına ;
 
Sonra gök kubbeyi alsam da , rida namiyle ,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle ;
 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan ;
Yedi kandilli Süreyya' yı uzatsam oradan ;
 
Sen bu avizenin altında , bürünmüş kanına ,
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına ,
 
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem ;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem ;
 
Tüllenen mağribi , akşamları sarsam yarana ...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana .
 
Sen ki , son ehl-i salibin kırarak savletini ,
Şarkın en sevgili sultanı Salahaddin' i ,
 
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran ...
Sen ki islamı kuşatmış , doğuyorken hüsran ,
 
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın ;
Sen ki , ruhunla beraber gezer ecramı adın ;
 
Sen ki ; a' şara gömülsen taşacaksın ... Heyhat ,
Sana gelmez bu ufuklar , seni almaz bu cihat ...
 
Ey şehid oğlu şehid , isteme benden makber ,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber .
 

Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936 )

SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu , su misali, kıvrım kıvrım akar ya ,
Bir yanda akan benim , öbür yanda Sakarya .
Su iner yokuşlardan , hep basamak basamak ,
Benimse alın yazım , yokuşlarda susamak .
Her şey akar , su , tarih , yıldız , insan ve fikir
Oluklar çift , birinden nur akar , birinden kir .
Akışta denetlenmiş , büyük , küçük , kainat
Şu çıkan buluta bak , bu inen suya inat !
Fakat Sakarya başka , yokuş mu çıkıyor ne ,
Kurşundan bir yük binmiş , köpükten gövdesine
Çatlıyor , yırtınıyor yokuşu sökmek için .
Hey Sakarya , kim demiş suya vurulmaz perçin ?
Rabbim isterse , sular büklüm büklüm burulur ,
Sırtına Sakarya' nın , Türk tarihi vurulur .
Eyvah , eyvah , Sakaryam , sana mı düştü bu yük ?
Bu dava hor , bu dava öksüz , bu dava büyük !..
Ne ağır imtihandır , başındaki , Sakarya !
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya ?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal
Hamallık ki , sonunda , ne rütbe var , ne de mal .
Yalnız acı bir lokma , zehirle pişmiş aştan
Ve ayrılık , anneden , vatandan , arkadaştan
Şimdi dövün Sakarya , dövünmek vakti bu an
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an !
Hani Yunus Emre ki , kıyında geziyordu
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu ?
Nerede kardeşlerin , cömert Nil , yeşil Tuna
Giden şanlı akıncı , ne gün döner yurduna ?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir ?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı : Allah bir !
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler
Sakarya , kandillere katran döktü geceler .
Vicdan azabına es, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin , öz vatanında parya !
İnsan üçbeş damla kan , ırmak üçbeş damla su
Bir hayata çattık ki , hayata kurmuş pusu .
Geldi ölümlü yalan , gitti ölümsüz gerçek
Siz , hayat süren leşler , sizi kim diriltecek ?
Kafdağını aşsalar , belki çeker de bir kıl !
Bu ifritten sualin , kılını çekmez akıl !
Sakarya , saf çocuğu , masum Anadolu' nun ,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun !
Sen ve Ben , gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız
Rengimize baksınlar , kandan ve çamurdanız !
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader
Aldırma , böyle gelmiş , bu dünya böyle gider !
Bana kefendir yatak , sana tabuttur havuz
Sen kıvrıl , ben gideyim , son Peygamber kılavuz !
Yol onun , varlık onun , gerisi hep angarya
Yüzüstü çok süründün , ayağa kalk , Sakarya !..
 

Necip Fazıl Kısakürek ( 1905 - 1983 )

HAN DUVARLARI

Yağız atlar kişnedi , meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı .
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar ,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar ...
Gidiyorum , gurbeti gönlümle duya duya ,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu' ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı , ilk ayrılık !
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık ,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı ...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları ,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler ,
Sonra dönen , dönerken inleyen tekerlekler ...
Ellerim takılırken rüzgarların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına ,
Her tarafta yükseklik , her tarafta ıssızlık ,
Bu ıslakla uzayan , dönen kıvrılan yollar .
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu
Gökler bulutlanıyor , rüzgar serinliyordu .
Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince ,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol , hep yol , daima yol ... bitmiyor düzlük yine .
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali ,
Arasıra geçiyor bir atlı , iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor ,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor ...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine ,
Bir sarsıntı ... uyandım uzun süren uykudan
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu ,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu ;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı ,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı .
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü , girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya .
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı ,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor ,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor ,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı ,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler ...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı ,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler ,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler ...
Uykuya varmak için bu hazin günde , erken ,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı ;
Bu dört mısra değil , sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa ;
" On yıl ayrıyım Kınadağı' ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben "
Altında da bir tarih . Sekiz mart otuz yedi ..
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi .
Artık bahtın açıktır , uzun etme arkadaş !
Ne hudut kaldı bugün , ne askerlik , ne savaş ;
Araya gitti diye içlenme baharına ,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına !
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı ...Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor ,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor ...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar ,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz , gitgide ,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tükenirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü ;
Kar değil , gökyüzünden yağan beyaz ölümdü ...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı " İşte Araplıbeli "
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana .
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
" Gönlümü çekse de yarin hayali
Asmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne katılmışım ben "
Sabahleyin gökyüzü parlak , ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu' daydık
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım .
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım !
" Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı' mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış' ım ben "
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu , evliyalar adağı !
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı !
Az değildir , varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna !
Arabamız tutarken Erciyes' in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu' nu ?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende ,
Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende !
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti ...
Gönlümü Maraşlı' nın yaktı kara haberi .
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim ,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar !
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları !...
 

Faruk Nafiz Çamlıbel

ESKİ ZAMAN AŞIĞI

Ben eski zaman aşığıyım
Sevda çeker düşünürüm ağlarım
Bazen tilki kadar kurnaz bazen akılsız
Bazen çocuk gibiyim bacak kadarım
Herkes aşık olur sevdalanır
Bir yolu var gönül çekmeninde
Benimki sevda değil ateşten gömlek
Bir kar düşmüş ışıl ışıl yanar içimde
Ama ben eski zaman aşığıyım
Sevmek kadar katlanmak ta gelir elimden
Gece hayalimde gündüz fikrimde
Ela gözlu o yar çıkmaz gönülden ...

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı ,
Ne taze ölüyü mezar ,
Ne de şeytan bir günahı ,
Seni beklediğim kadar .
Geçti , istemem gelmeni ,
Yokluğunda buldum seni ,
Bırak vehmimde gölgeni ,
Gelme, artık neye yarar ?...
 
Necip Fazıl Kısakürek (1905 - 1983 )


 
Oktay Rıfat ( 1914 - 1988 )

YA RAB , BU UĞURSUZ GECENİN YOK MU SABAHI ?

Ya Rab , bu uğursuz gecenin yok mu sabahı ?
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı !
Nur istiyoruz .. Sen bize yangın veriyorsun !
" Yandık ! " diyoruz ... Boğmaya kan gönderiyorsun !
Esmezse eğer bir ezeli nevha* , yakında
Ya Rab ,o cehennemle bu tufan arasında ,
Toprak kesilip , kum kesilip Alem-i İslam ;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnam .*
Bizar edecek , korkuyorum ,Cedd-i Hüseyn'i *
En sonra , salib ormanı görmek Harameyn'i !...*
Bin üç yüz otuzbeş senedir , arz-ı Hicaz' ın
Ateşli muhitindeki suzişli niyazın
Emvacı huruş-aver olurken melekuta ;
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükuta ?
Sönsün de , İlahi , şu yanan meş' ali vahdet *,
Teslis * ile çöksün mü bütün aleme zulmet ?
Üçyüz bu kadar milyonu canlandıran iman
Olsun mu beş on sersemin ilhadına* kurban ?
Enfas-ı habisiyle * beş on ruh-u leimin * ,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim' in ?
 
İslam ayak altında sürünsün mü nihayet ?
Ya Rab , bu ne hüsrandır , İlahi , bu ne zillet ?
Mazlumu nedir ezmede , ezdirmede mana ?
Zalimleri adlin hani öldürmedi hala !
Cani geziyor dipdiri ...Can vermede masum !
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkum ?
La yüs' ele * binlerce sual olsa da kurban ;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-ban *!
 
Eyvah ! Beş on kafirin imanına kandık ;
Bir uykuya daldık ki cehennemde uyandık !
Madamki,ey adl-i İlahi yakacaktın ...
Yaksaydın o melunları ...Tuttun bizi yaktın !
Küfrün o sefil elleri ayatını sildi :
Binlerce cevami * yıkılıp hake serildi !
Kalmışsa eğer bir iki mabed , o da mürted *
Göğsündeki haç , küfrüne fetva-yı müeyyed *
Dul kaldı kadınlar , babasız kaldı çocuklar ,
Bir giryede bin ailenin matemi çağlar !
En kanlı şenaatle kovulmuş vatanından ,
Milyonla hayatın yüreğinden gidiyor kan !
İslam' ı elinden tutacak kaldıracak yok ...
Na-hak yere feryad ediyor : acize hak yok !
Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi *
Ağzım kurusun ... Yok musun ey adl-i İlahi !

BEN HAYATTA ENÇOK BABAMI SEVDİM

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla - ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
 
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep , hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
 
Sevinçten uçardım hasta oldum mu ,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu ,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu ,
 
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin ,
Daha başka tür aşklar , geniş sevdalar için
Açıldı nefesim , fikrim , canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim .
 
Can Yücel ( 1926 - 1999 )

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara , kahramanlara .
Seni anlatabilmek seni ,
Namussuza , halden bilmeze ,
Kahpe yalana .
 
Ard- arda kaç zemheri ,
Kurt uyur , kuş uyur , zindan uyurdu .
Dışarda gürül - gürül akan bir dünya ...
Bir ben uyumadım ,
Kaç leylim bahar ,
Hasretinden prangalar eskittim .
Saçlarına kan gülleri takayım ,
Bir o yana
Bir bu yana ...
 
Seni bağırabilsem seni ,
Dipsiz kuyulara ,
Akan yıldıza ,
Bir kibrit çöpüne varana ,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne .
 
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin ,
Yitirmiş öpücükleri ,
Payı yok , apansız inen akşamlardan ,
Bir kadeh , bir cıgara , dalıp gidene ,
Seni anlatabilsem seni ...
Yokluğun , cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum , kapama gözlerini ...
 

Ahmed Arif

SEVDAN BENİ

Terketmedi sevdan beni ,
Aç kaldım , susuz kaldım ,
Hayın , karanlıktı gece ,
Can garip , can suskun ,
Can paramparça ...
Ve ellerim , kelepçede ,
Tütünsüz , uykusuz kaldım ,
Terketmedi sevdan beni ...
 

Ahmed Arif

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm, ne fayda buldum
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Koyun verdi , kuzu verdi, süt verdi
Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Ademden bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Hergün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Karnın yardım kazmayilen, belinen
Yüzün yırttım tırnağinen, elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır
 
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur, herkes de gördü
Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım ?
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Dileğin var ise, iste Allahtan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik verilmiş toprağa Haktan
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allaha
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Bütün kusurlarım toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır
 
Her kim olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel' i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır
 

Aşık Veysel Şatıroğlu ( 1894 - 1973 )

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
 
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
 
Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebeb arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece
 
Kırkdokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece
 
Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece ...
 

Aşık Veysel Şatıroğlu ( 1894 - 1973 )

MERDİVEN

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden ,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak ,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak ...
Sular sarardı ... yüzün perde perde solmakta ,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta ...
Eğilmiş arza, kanar , muttasii kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller ,
Sular mı yandı ? Neden tunca benziyor mermer ?
 
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta ,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta ...
 
Ahmet Haşim ( 1885 - 1933 )

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum .
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
 
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
 
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
 
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
 
Attila İlhan (1925 - )

OTUZBEŞ YAŞ

Yaş otuz beş ! Yolun yarısı eder .
Dante gibi ortasındayız ömrün .
Delikanlı çağımızdaki cevher ,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün ,
Gözünün yaşına bakmadan gider .
Şakaklarıma kar mı yağdı ne ?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz ?
Ya gözler altındaki mor halkalar ?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar ?
Zamanla nasıl değişiyor insan
Hangi resmime baksam ben değilim
Nerde o günler , o şevk , o heyecan ?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan .
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
Hatırası bile yabancı gelir .
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç farketttim taşın sert olduğunu .
Su insanı boğar , ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu ,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış .
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar
Her yıl biraz daha benimsediğim .
Ne dönüp duruyor havada kuşlar ?
Nerden çıktı bu cenaze ? Ölen kim ?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar .
Neylersin ölüm herkesin başında .
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde , nasıl , kaç yaşında ?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında ...
 

Cahit Sıtkı Tarancı ( 1910 - 1956 )

MURABBA

Perişan halin oldum sormadın hal-i perişanım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermanım
Ne dersin rüzgarım böyle mi geçsin güzel hanım
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Esir-i dam-ı aşkın olalı senden vefa görmem
Seni her kanda görsem ehl-i derde aşina görmem
Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmem
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Değer her dem vefasız çerh yayından bana bin ok
Kime şerh eyleyem kim mihnet ü enduh u derdim çok
Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Gözümden dembedem bağrım ezip yaşım gibi gitme
Seni terk eylemezem çün ben beni sen dahi terk eyleme
İgen hem zalim olma ben gibi mazlumu incitme
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Katı gönlün neden bu zulm ile bidade ragıbtır
Güzeller sen tegi olmaz cefa senden vaciptir
Senin tek nazenine nazenin işler münasiptir
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle
Yamanlıktır işin uşşak ile yahşı mıdır böyle
Gel Allah'ı seversen bendene cevr eyleme lutf eyle
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 
Fuzuli şive-i ihsanın ister bir gedayındır
Dirildikçe seg-i kuyun ölende hak-i payındır
Gerek öldür gerek ko hükm hükmün ray rayındır
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım
 

Fuzuli ( ..... - 1556 )